İçsel Motivasyon Nedir ? “İçsel Motivasyon” dışsal faktörlerden bağımsız olarak kişinin kendi kendini motive etmesi olarak tanımlayabiliriz. Neden İçsel Motivasyon önemli? Araştırmalar gösteriyor ki amaca ulaşmak için içsel motivasyon dışsal motivasyondan  çok daha hızlı ve kalıcı bir şekilde davranışı etkilemektedir. İçsel motivasyonu yüksek kişiler hedeflerine ulaşama konusunda daha kararlılar dışsal engelleyicilere karşı daha dirayetliler. Karşılarına […]

Motivasyon 3.0

Çalışanları motive etmenin yolu yüksek maaşa bağlamaktan değil bir amaca bağlamaktan geçiyor…

Başlıkta bahsedilen kavramlar; Daniel Pink’in son kitabı “Drive”ın ana kavramları.  Bu kavramlar dahilinde günümüzün yönetim tarzının bilimin ortaya koyduğu ile nasıl ters düştüğünü ezber bozan deneyler ile hayli keyifli bir lisanla okuyucular ile paylaşıyor. Ödülle çalışanları  motive etmenin çoğu zaman  yetersiz kaldığını hatta yaratıcılık gerektiren süreçlerde ters etkiye neden olduğunu, yönetimde özerklik, yapılan işte ustalık ve bir amaca bağlanılması kavramları üzerinde duruyor.

Genelde kişisel gelişim kitaplarında gördüğümüz teşhisin yapılması, tedavi yöntemlerinin olmaması handikabını bu kitapda da görsekte , belirgin bir yol haritası sunmak yerine savını destekleyen  başarıyı yakalamış  şirketlerden örnekler vererek gerekli yol haritalarının oluşturulmasını okuyucunun kendisine bırakıyor.

Kitap; Üç Ana kısımda altı bölümden oluşuyor:

Birinci Bölüm:  Motivasyon 2.0’ın yükseliş ve çöküşü

Yazar; Motivasyon 1.0’ı insanlığın var olduğu ilkel dönemlerden sanayii devrimine kadar olan hayatta kalma süreci ile konumlandırırken, Motivasyon 2.0’ı ise 1900 yılların başında Winslow Taylor’un iş yapış biçimlerine etki eden çalışmalarından günümüze kadar olan süreç olarak değerlendiriyor. 1950’li yıllara gelindiğinde klasik Motivasyon 2.0 yaklaşımının karmaşık hale gelen ekonomilerin ihtiyaçlarının karşılayamaz duruma gelmesi ile bir miktar ilerleme kaydedildiğini öne sürerek bu iyileşme sürecine de Motivasyon 2.1 olarak adlandırıyor. Motivasyon 3.0 ise ihtiyaç duyduğumuz üst sürüm olarak değerlendiren yazar, insanların üçüncü bir güdüleri olduğunu, o güdünün öğrenmek, yaratmak ve dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek olduğunu kabul ediyor.

İkinci Bölüm: Ödül ve Ceza Sisteminin (Genelde) İşe Yaramamasının Yedi Nedeni

Bu bölüm kitabın en can alıcı ve merak uyandıran kısmı. Bu bölümde yazar; Gelenekselleşmiş olan şartlı ödüllerin istediğimizden daha azını verdiğini, içsel motivasyonu ve performansı düşürdüğünü, yaratıcılığı baskılayıp iyi davranışları azalttığını yapılan bir çok deneyi okuyucusu ile paylaşarak ortaya koyuyor.

Özellikle yaratıcılık temelli işlerde şartlı ödüllendirmenin motivasyona dolayısıyla sonuca etkisi üzerinde yapılan araştırmalardan oluşa bu bölümde savını desteklerken, sosyal ilişkiler açısından da şartlı ödüllendirmenin  negatif etkisini görmek mümkün.

Kitaptan bazı alıntılar;

Harici Ödüllendirme Sistemi
Bütün harici motivasyon unsurları gibi hedefler de odağımızı daraltır. Etkin olmalarının nedenlerinden biri de budur. Zihinsel konsantrasyon sağlar. Ama daha önce de gördüğümüz gibi daralan bir odağın da maliyeti vardır. Komplike veya kavramsal işler için ödül teklif etmek, yenilikçi bir çözüm yaratmak için gerekli geniş açılı düşünmeyi sekteye uğratabilir. Keza, harici bir hedef söz konusuysa, özellikle de kısa erimli, başarılması durumunda sonuçta büyük bir kazanım sağlayacak bir hedef, bir ödülün varlığı, davranışlarımızın boyutlarını geniş açıdan görmemize engel  olabilir. İşletme fakültesi profesörlerinin oluşturduğu grubun raporunda da yazdığı gibi “Somut deliller göstermiştir ki, yapıcı bir çabayı motive etmeye ek olarak bir hedef belirlemek, gayri ahlaki davranışları tetikleyebilir.”

Odağı daraltmaları, gayri ahlaki davranışlara yol açmaları, gereksiz riskler üstlenmeye sebep olmaları, işbirliğini zayıflatmaları ve içsel motivasyonu azaltmaları nedeniyle şirketlere sistematik sorunlar yaşatabilirler.

Örnek

Araştırmacılar, örneklerin çok sayıda olduğunu belirtiyor. Sears şirketi, otomobil tamir ekibine bir satış kotası veriyor. Çalışanlar da buna karşılık müşterilerden fazla para tahsil ediyor veya gereksiz tamiratlar çıkarıyor. Enron, büyük ciro hedefleri koyuyor. Bunları yerine getirmek için verilen çılgınca çaba, şirketin sonunu hazırlıyor. Ford, belli bir araba modelini, belli bir ağırlıkta, belli bir tarihte, belli bir fiyatla sunmaya o kadar yoğunlaşıyor ki cana kast niteliği taşıyan Ford Pinto’yu üretiyor.

Harici teşvikleri tek yol olarak lanse etmenin sorunu bazı insanların o yolun sonuna ulaşmak için hatalı yol olsa bile kestirmeden gitmeyi tercih etmeleridir.

Gerçekten de modern dünyada adeta bir salgın haline gelen skandalların ve yolsuzlukların büyük kısmına baktığınızda bir kestirme yol görürsünüz. Yöneticiler üç aylık gelirlerle oynayarak performans bonusu almaya çalışırlar. Okul danışmanları öğrencilerin not çizelgelerini değiştirerek son sınıftakilerin üniversiteye girmelerini sağlamaya uğraşır. Atletler kendilerine stereoid şırınga ederek daha iyi dereceler elde etmeye ve oldukça cazip performans primleri kapmaya çabalar.

îçsel motivasyonun tetiklediği davranışla bunları bir karşılaştırın. Yapılan iş, ödülün bizzat kendisi olduğunda bilgilerini artırmak, müşterileri memnun etmek, elinden gelenin en iyisini yapmak için kestirme yol yoktur. Hedefe giden tek yol, doğru yoldur. Bir anlamda gayri ahlaki hareket etmek olanaksızdır çünkü geride bıraktığınız kişi bir rakibiniz değil kendinizdir.

Ödül vermek çözüm mü ?

Ödül olarak hedef koymak bazen olumsuz davranışları tetikleyebildiğine göre ceza uygulamak da bunları engelleyebilir diyebilir miyiz? Acele etmeyin. İsrailli iki iktisatçının gündüz bakımevlerinde keşfettiği gibi üçüncü güdümüz daha az mekanik ve daha fazla şaşırtıcıdır.

2000 yılında Uri Gneezy ve Aldo Rustichini, İsrail’in Hayfa şehrindeki kreşlerde bir grup çocuğu yirmi hafta boyunca gözlemledi. Kreşler sabah yedi buçukta açılıyor, akşam on altıda kapanıyordu. Anne-babalar çocuklarını o saate kadar almak durumundaydı. Almazlarsa bir öğretmen mecburen mesaiye kalıyordu.

Deneyin ilk dört haftasında araştırmacılar her hafta kaç anne-babanın geç geldiğini kaydetti. Sonra, beşinci haftadan önce kreş yöneticilerinin izniyle aşağıdaki duyuruyu yayımladı:

DUYURU:

GEÇ GELİŞ CEZASI Bildiğiniz gibi kreş resmi olarak her gün saat on altıda kapanmaktadır. Bazı anne-babaların geç gelmeleri nedeniyle (İsrail’deki kreşlerden sorumlu devlet makamlarının da onayını alarak) çocuklarını almaya geç gelen ailelere ceza uygulamaya karar vermiş bulunuyoruz.

Duyurunun devamı kitapta yer alıyor ama özetle, insanlar daha fazla gecikiyorlar daha fazla zaman satın alabileceklerini düşünüyorlar çünkü…

Şirketler açısından kısa erimli ödüllendirmelerin etkileri neler?

Sebeplerden biri: Gelirlere kafayı takan şirketler Ar-Ge konularına daha az yatırım yapıyorlar. Kısa erimli hedeflerini gerçekleştiriyorlar ama iki-üç yıl sonraki durumlarım riske atıyorlar. Çığırından çıkmış hedefler konusunda bizi uyaran akademisyenlerin de kaydettiği gibi “Hedef koymak, çalışanların kısa erimli kazanımlarına dar bir görüşlülükle odaklanmalarına ve şirketin karşı karşıya bulunduğu uzun erimli yıkıcı etkileri gözden kaçırmalarına yol açabilir.

ÖDÜL VE CEZA SİSTEMİ: Yedi Ölümcül Hatadaniel-pink-drive

1.        İçsel motivasyonu öldürebilir.

2.        Performansı düşürebilir.

3.        Yaratıcılığı yok edebilir.

4.        İyi davranışları törpüleyebilir.

5.        Aldatmayı, kısa yoldan gitmeyi, gayri ahlaki davranışlara yönelmeyi teşvik edebilir.

6.        Bağımlılık yaratabilir.

7.        Kısa erimli düşünmeye yöneltebilir.

 

İkinci Bölüm ( A ) Ödül ve Ceza Sisteminin İşe Yaradığı Özel Durumlar

Yazar; Ödül ve ceza sisteminin her zaman kötü olmadığını özellikle kural tabanlı, algoritmik rutin işlerde etkili olabileceğini de özellikle belirtiyor. Ama bazı şartları var. Özellikle işin sıkıcı yönlerinin çalışanla paylaşarak empati kurduğunuzu göstermenizi istiyor. Sistem sınırları içerisinde çalışanların iş yapış biçimlerinde özerklik tanınması gerektiğini ortaya koyuyor. Şartlı ödüllendirme yerine ödülün görev sonunda sürpriz nitelik taşımasının havuç kıvamında basit bir şartlandırma olmayacağını dile getiriyor. Ödülün mahiyetinin de önemini vurgulayan yazar; ilk olarak elle tutulmayan takdir ve pozitif geribildirim gibi ödüllendirmenin uygun olduğunu belirtiyor.

Üçüncü Bölüm Tip I ve Tip X

Bu bölümde motivasyon sürümlerine denk düşen insan tipi sınıflandırılmasının detaylarına giriyor. Motivasyon 2.0 versiyonunun insan tipi: Tip X, Motivasyon 3.0 versiyonunun ise Tip I.  Tip X davranışı; içsel arzulardan ziyade harici arzularla beslendiğini, Tip I’in ise harici ödüllerden ziyade kişisel tatminin ön planda olduğunu ortaya koyuyor. Yazarın tanımlamalarından doğuştan çocukluk evresine kadar Tip I olarak devam eden insanoğlu zaman için de dış faktörlerin etkisi ile Tip X davranışları sergilediğini,  Tip I davranışı için tekrar bir öğrenme süreci gerektiğini de ilave edebiliriz.

Dördüncü Bölüm Özerklik:

Bu bölümde, Tip I davranışını ve beraberinde getirdiği yüksek performansı teşvik etmenin ilk yolunun özerklik olduğunu belirten yazar, insanların işlerini nasıl, ne zaman, kiminle ve hangi yöntemlerle yapacakları konusunda söz sahibi olmak istediklerini, bu konuda atılan radikal adımların ciddi rekabet avantajı sağladığını örnekler ile açıklıyor.

Beşinci Bölüm Ustalık:

Tip I davranışı geliştirmek için çalışmanın gerektiğini, bu yolda acılar çekerek ilerlenebileceğini belirten yazar, Mihaly Csikszentmihalyi’nin “akış” (Flow) kuramına yer veriyor.

Altıncı Bölüm Amaç:

Bu makalenin başında “Çalışanları motive etmenin yolu yüksek maaşa bağlamaktan değil bir amaca bağlamaktan geçiyor…” alt başlığı kullanmıştım. Tabii esin kaynağım Albert Einstein’nın “Mutlu Olmak İstiyorsan Bir Amaca Bağlan İnsanlara Ya da Eşyalara Değil” sözüydü. Vizyonu geniş olan şirketler yüksek amaçlar dahilinde Motivasyon 3.0 versiyonunu içselleştirmiş ve tipik birer Tip I sınıfı insanlardan oluşuyor zaten. Bu bölümde yazar, kar maksimizasyonun yol göstericisi olarak  amaç maksimizasyonunu vurgularken Tip I davranışının amaç doğrultusunda ki öneminden bahsediyor.

Kitabı okuduktan sonra Motivasyon 3.0 ile işleyen bir dünyanın Nietzsche’nin üst insan tanımlaması ile örtüştüğünü düşündüm. İnsanlığın mevcut durumundan daha yaşanılabilir bir dünyaya doğru evrilmeye olan özlemi ve bu doğrultuda ağır ağır ilerleyişi gelecek umutlarını perçinliyor…

Daniel Pink’in  ilham verici Ted konuşması

Bu kitabı kimler okumalı ?

Yönetici pozisyonunda çalışan ve çalışacak olanlar, İK departman kademesi, yönetimde motivasyon konularına meraklılar bu kitabı

okuyabilirler.

Şirket Çalışanları İçin: 

Bireysel motivasyonu artırmak için hazırladığımız İçsel Motivasyon Yönetimi eğitimimize ve size bağlı çalışanlar var ise onların motivasyonlarını yükseltmek ve öyle tutmak için de Motivasyon Becerisi eğitimlerimize göz atabilirsiniz.

 

Yazar: Yücel Özsoylar
Kurucu
Kriter Kurumsal Eğitim Danışmanlık

Meditasyon Nedir

Meditasyon Nedir? – Nasıl Yapılır?

Stresle başetmek için kullanılan yöntemlerden biri de meditasyon. Meditasyon deyince malesef çoğu kişi önyargılı yaklaşabiliyor.

Nedir peki meditasyon? Nasıl çalışır? İşe yarar mı gerçekten? 

Aslında meditasyon zihnin sakinleştirilmesidir,  hatta Osho “meditasyon durmaktır” der :)

Gün içerisinde zihnimizden yaklaşık 60.000 düşünce geçiyor. Su faturası, ev kredisi, akşama ne yemek yapsam, proje yetişecek mi, niye bugün aramadı, kilo mu aldım, tatile çıkabilecek miyim, ya bu işi başaramasam vs., vs, vs, vs………………………………..

Tüm bunlardan yorulan zihnimizi biraz sakinleştirmek, dinlendirmek, kendimizi daha iyi hissetmek için meditasyon bize yardımcı oluyor.

Peki ne oluyor meditasyonda?

Meditasyon sırasında nefes egzersizleri ve zihinde canlandırma metoduyla önce bedensel olarak gevşememiz sağlanıyor, bu gevşemeyle beraber zihnimiz alpha frekansına geçiyor, ( beynimiz 4 temel dalga boyunda çalışır, alpha, beta, delta ve teta) Alpha frekansındayken bilinçaltı telkine açık hale gelir. Çoğu telkinli meditasyon türünde gözler kapalı nefes egzersizleri ve gevşeme egzersizlerinin ardından olumlu telkinler verilir.  Bilinçli zihnin direnci olmadığı için, telkinler bilinçaltına daha kolay ulaşır. Ayrıca düzenli yapıldığı takdirde beynimizde keyif almaktan sorumlu bölgede genişleme söz konusu oluyor. Bedensel tepkilerimizi daha kolay yönetebiliyoruz. Daha sakin ve huzurlu bir zihin yapımız oluyor.

Yapılan bilimsel çalışmalar meditasyonun stresle mücadele olumlu etkilerini gösteriyor hatta fizyolojik sağlık üzerinde de olumlu etkileri tespit ediliyor.  Eğer meditasyona karşı önyargınız varsa aşağıdaki videoları izlemenizi tavsiye ederim. Bir nöroloğun meditasyonla ilgili araştırmasını ve Koç Üniversitesi öğretim üyelerinden birinin konuyla ilgili yorumlarını göreceksiniz.

 

 Neden meditasyonda gözlerimizi kapatırız? Odaklanmayı ve alpha frekansına geçişi kolaylaştırır.

Neden meditasyonda bazı anlamsız sembolleri gözümüzde canlandırırız?

Bilinçaltımız sembollerden anlar da o yüzden …Yani korku, kaygı, endişe gibi soyut kavramları sembolleştirdiğimiz zaman bilinçaltı bunları işleyebiliyor.

Meditasyon sırasında dışarıdan telkin veriliyorsa genellikle zihinde canlandırma ve semboller kullanılır. Çünkü bilinçaltımız soyut kavramlardan ziyade sembollerden daha iyi anlar. Yani bahsi geçen soyut kavramları bir şekile, bir nesneye, bir sembole  dönüştürmek daha etkili olacaktır. Örneğin kurtulmak istediğimiz kaygılar ve düşünceleri , solmuş çiçeklere benzetip, bunlardan kurtulma ve zihni temizleme anını bu solmuş çiçekleri kökünden sökmek ve ateşe atıp yakmak şeklinde görselleştirebiliriz.

Örneğin şöyle bir telkin verilebilir ; “şu an bir çiçek bahçesinde olduğunu hayal et, güneşli bir gün. Tenine değen güneşi hisset, bahçede çok güzel çiçekler var, ancak aralarda solmuş çiçeklerde var, bunlar senin negatif düşüncelerin ve kaygıların. Şimdi o solmuş çiçeklerin hepsini topla, kökünden sök. Bahçenin yanında yanan bir alev gör, bu çiçekleri alevin içine at. Bunlar senin negatif düşüncelerin, artık onlara ihtiyacın yok. Söktüğün çiçeklerin alevlerin içinde eridiğini gördükçe içinde güven ve huzur duyguları oluşuyor….vs…..   ”   Burada kişi kurtulmak istediği düşünceleri solmuş çiçeklere benzetiyor ve o şekilde sembolleştiriyor.

Meditasyonu ilk yapmaya başladığınızda odaklanma sorunları yaşayabilirisniz, aklınıza bambaşka şeyler gelebilir, ya da ne yapıyorum ben şu an da, ne saçma bir şey diye düşünebilirsiniz :)bu çok normal, ancak biraz sabredip en az 21 gün boyunca düzenli bir biçimde yaptığınızda göreceksiniz ki artık daha rahat konsantre olabiliyorsunuz. Meditasyon yapıldıkça gelişen bir yetenek. Spor gibi düşünün, odaklanabilme yeteneğimiz üzerinde çalışıldıkça gelişiyor.

Her akşam, kendinize bir yarım saat ayırıp, evde rahatsız edilmeyeceğiniz bir odaya geçip, yatağınıza uzanarak, önce nefes egzersizleri, ardından ufak bir zihinde canlandırma egzersizi ve meditasyonla , akşam uyumadan önce, gündüz sinir ve stresle gerilmiş olan kaslarınızı gevşetebilir, stresle mücadele de önemli bir adım atabilirsiniz.

Aşağıda, 10 dakika süren ve sizin için doldurduğum bir video kaydını paylaşıyorum, telkinleri dinleyebilir ve deneyebilirsiniz .

Yazar: Psk. Özlem Tokgöz ÖZSOYLAR
Eğitmen ve Eğitim Koordinatörü
Kriter Kurumsal Eğitim Danışmanlık

Zor Zamanlar

Uygulamadığımız, yeterince içselleştiremediğimiz hap niteliği taşıyan bu bilgileri blog takipçilerimizle paylaşmak istedik.

Hayatınızdaki herhangi zor bir olay ya da durum olduğu şekliyle değil, sizin onu tecrübe ettiğiniz şekliyle daha önemlidir. Herhangi zor bir olay ya da durumda, avantajlı olabileceğiniz şekilde bir duruş pozisyonu almayı öğrenmeniz; siz koşullarınızın en iyisini ya da en kötüsünü tecrübe edin ya da etmeyin sizin için bir fark yaratabilir. Bu nedenle stresli bir durum ya da engelin doğru tarafında konumlanmak ya da bulunmak için aşağıda sıralanan dört basit prensibi benimseyin. Bunlar:

1.Hayatta hiçbir şey kalıcı değildir.

 Unutmayın ki siz de değilsiniz. Peki, bu durumda nasıl olur da problemleriniz kalıcı olabilir ki? Hayatta her şeyin geçici olduğunu anlamak size güncel sorunlarınız açısından güçlendirici bir bakış açısı verir. Türbülansa girdiğiniz anda yani sorunlarla boğuşmaya, onlara meydan okumaya başladığınız an itibariyle, kendinize bu durumun geçici olduğunu hatırlatın ve kendinizi daha yüksek bir seviyede ya da pozisyonda tutmak için yine kendinizi teşvik edin. Hatta her şey yolundayken, mükemmelken bile geçicilik zihniyetini benimsemek çok yararlı olabilir. Unutmayın ki, hayat için hissettiğiniz zevk ya da tat duygusu, genelde, talihsizlikler tarafından değil, çevrenizde var olan mükemmel şeyleri takdir etmeyi bilme kabiliyetinizin yoksunluğu tarafından öldürülür. Sonuç itibariyle, eğer bunu hemen şuan itibariyle kendinize hatırlatacak olursanız, ne kadar mükemmel olduğunun önemi kalmaksızın sonuca ulaşacak, hayatınızda var olan ve kabullenmiş olduğunuz tüm olumlu şeyleri takdir edeceksiniz.

 2.Başarısızlık, aslında, başarı yolunda bir ön koşuldur.

 Başarısızlıklarınızın bir temel nedeni var: Gelecekteki başarınızı mümkün kılmak. Şikâyet etmek ve hayatı sorgulamak yerine, kendinizden bir şeyleri atmayı durdurmak için, mevcut ikileminizi yapı malzemesi olarak düşünmeye ve kavramaya başlayın. Hayat hepimize tuğla fırlatır. Bu tuğlalarla sanatsal bir başyapıt inşa etmek ya da sonunda bir moloz yığını ortaya çıkarmak tamamen size kalmıştır. Ralph Waldo Emerson’un da yazdığı gibi; “Size gelen her iyi şey için minnettar olma alışkanlığını geliştirin.” Hatta hatalar için bile müteşekkir olun, çünkü onlar başarılarınızın ayrılmaz ve vazgeçilemez birer parçasıdırlar.

 3. Zor durum ya da olaylarda olumlu tarafları bulun ya da görün.

 Sürekli kendinize şu soruyu sorun: Benim şimdiki koşullarımdan hangi büyük fırsat ortaya çıkabilir? Bu soruyu sormak, enerjinizi zorluklarınız içinde yatan gizli kalmış olumluluklara yönlendirecek ve bu enerjinizi olumsuzluklardan şikâyet ederek harcamanızı, ziyan etmenizi engelleyecektir. Bir kere her olayda ya da durumda olumlu ya da iyi olanı görmeye başladığınızda, zorluklarınız sizin için ağır blok yükler olmaktan çıkacak. İşte bu noktada yolunuza çıkan ya da yolunuza savrulan olumsuzluklar her ne olursa olsun, sız daha yüksek bir konumda olmayı, kendinize doğru pozisyonu yaratmayı yaşayacaksınız.

 4. Daha büyük olan plana güvenin yani aslında bu dünyada daha büyük bir resmin parçası olduğunuzu unutmayın.

  Hayata dair büyük planlarınız olmasına rağmen, evrenin sizin için hazırlamış olduğu daha büyük planları vardır. Cesaretiniz kırıldığında ya da olaylar tarafından cesaretsiz kılındığınızda ve olaylar sizin planladığınız şekilde gelişmediğinde; sizin dışınızda başka bir şeyin size rehberlik ettiğinin farkında olun ve girmeniz gereken yolu dolambaçlı bir yol olarak duşunun. Bulunduğunuz yolda olmuş olan şeyleri ısrarla tamamlamaya çalışmayın.

 Bulunduğunuz yere güvenin çünkü burası olmanız gereken yerdir. Daha sonra, ilk planınızın ne kadar önemsiz ve içinde bulunduğunuz mevcut andaki planın ne kadar görkemli olduğunu görebilirsiniz. Sizin için olumsuz şeyler olurken siz nasıl pozitif olabilirsiniz? Oysa pozitif olmak geliştirilebilir bir alışkanlıktır. Bu nedenle size önerim önünüzdeki 30 gün boyunca ne zaman bir olumsuzlukla ya da zor bir durumla karşılaşırsanız bu dört zihniyeti ya da bakış açısını benimsemeye çalışmanızdır. Bunları kısaca tekrar özetleyecek olursak;

 a) Sizi sıkan, zorlayan ve hatta sizin için kabus olan her ne ise bu geçicidir

 b) An itibariyle var olan başarısızlık ya da terslikler başarı yapısının vazgeçilmez bir parçasıdır.

 c) Her zorluğun veya olumsuzluğun içinde iyi bir yan, hayırlı bir şey vardır.

 d) Olup biten şeylerin bir önemi yoktur, önemli olan şey daha büyük bir planın parçası olduğunuza güvenmeniz ve inanmanızdır.

 Hayat hepimize tuğla fırlatır. Bu tuğlalarla sanatsal bir başyapıt inşa etmek ya da sonunda bir moloz yığını ortaya çıkarmak tamamen size kalmıştır.

 Yazar: Andres LARA

Konu ile ilgili blog yazılarımız: İçsel Motivasyon Nedir ?, Hayatınızın sorumluluğu kimde?

İçsel Motivasyon Yönetimi ve Stres Yönetimi eğitimlerimiz de ilginizi çekebilir.

Hayatın sorumluluğu kimde

“Cehalet ve güçsüzlük şansa olan inancı arttırır”

“İnsanlar genellikle, durumlarıyla ilgili olarak içinde bulundukları koşulları suçlarlar. Ben koşullara inanmam. Bu dünyada varolmayı başaran insanlar, istedikleri koşulları bulma arayışı içinde olan ve bulamadıklarında bunları yaratanlardır.”                                                                                                                                   George Bernard Shaw

Hayatınızın Sorumluluğunu Almaya Hazır mısınız?

Çoğu zaman hayatımızdaki bir takım koşullardan şikayetlenir dururuz. Eğer bunlar için harekete geçiyor ve çözüm arıyorsak ya da kendimizi ya da diğerlerini haksız yere yargılamıyorsak bunda bir sorun yok.

Herhangi bir sıkıntı yaşadığınızda, mutsuz olduğunuzda  ya da hedeflerinize ulaşamadığınız da hangisini yaparsınız?

a) Dışsal Faktörlere Bağlarım: Örn; Zamanım yok, çok yoğun çalışıyorum, maddi imkanım yok, kötü bir yöneticim var o yüzden mutsuzum, hava yağışlı :) , şansım kötüymüş, kader böyleymiş, ben aslında çok iyi yerlere gelirdim de torpilim yok, hoca bana taktı , saha çamurluydu vs. :)

b) İçsel Faktörlere Bağlarım: Örn, evet şu an hedeflerime ulaşamadım ancak bunun sebebi yeterince kanalize olmamış olmam, eğer istersem başarırım,   eğer istersem hayatımda bir takım değişiklikler yaparım, hayatımın kontrolü benim elimde , diğer insanların ya da dışsal faktörlerin değil.

Yaşadığınız olayların çoğunu eğer dışsal faktörlere bağlarsanız , (örneğin diğerlerinin tepkileri, karakteri) bunları değiştirme gücünüz olmadığı için bir süre sonra çaresizlik hissetmeye başlarsınız . Ve ne yaparsanız yapın bu değişmez deyip harekete geçmekten vazgeçersiniz. Genellikle dışsal yükleme yapan insanlar strese daha fazla eğilimlidir, çünkü çaresiz olduklarını , bulundukları koşulları değiştiremeyeceklerine inanırlar.

Aslında dışsal yükleme yapmak, kendi hayatının sorumluluğunu almaktan çekinmenin göstergesidir :) Yani “ben aslında çok başarılı olurdum da kader utansın, torpilim yoktu, zamanım yoktu, param yoktu, efendim şu koşullardaydım, bu koşullardaydım” demek , sonuçlarla ilgili sorumluluğu bu faktörlere yüklemek demek ve kısa vadede insana kendini iyi hissettirebilir, “ne de olsa sorumluluk bende değil, onlarda” deriz ancak uzun vadede kişiyi çaresizliğe ve hareketsizliğe iter.

Ve malesef bugün baktığınız da çoğu insan yaşadığı hayatın sorumluluğunu hep başkalarının ellerine vermiştir: yöneticileri, müşterileri, iş arkadaşları, ailesi, maddi koşulları, Türkiye’nin genel ekonomisi vs.

Mutlu olmak için , daha motiveli bir iş hayatı için ve özel hayat için, ilk atmamız gereken adım aslında hayatımızın sorumluluğunu elimize almak, bir takım sonuçlar için sürekli bizim dışımızdaki faktörleri suçlamak yerine, kendi kontrol alanımızda , değiştirebileceğimiz unsurlara odaklanıp, değişmek ve değiştirmek.

Şimdi seçim sizin, sürekli başkalarını ve diğer dışsal faktörleri suçlayıp, sızlanıp, şikayet edip, aynı olayları tekrar tekrar yaşamak ve yaşlanmak mı? yoksa harekete geçip, değiştirmek mi????

Bu konu eğitimlerimde en çok direnç gösterilen konulardan biridir. Nasıl olmasın ki? :) Kolay mı aslında sebep zamansızlık ya da parasızlık ya da vs…. vs.. değil, aslında sebep benim diyebilmek :) . Bakın bununla ilgili sevgili Mümin Sekman’ın İnsan İsterse kitaplarında sayısız başarı örneği ve gerçek yaşam hikayeleri  var. Ve bu hikayelerdeki insanlar, öyle çok şanslı, çok iyi eğitimler almış, hep iyi insanlara ve iyi koşullara denk gelmiş insanlar değil , ama buna rağmen bir şekilde koşulları değiştirmeyi başarmış, pes etmemiş, çaresizlik hissetmemiş bireyler…

Bu hikayelerden beni en çok etkileyenlerinden biri Seyfettin Işık’ın hikayesidir. Çocuk felci yüzünden iki bacağını kaybeden, ilk cümlelerini 7 yaşında kurmaya başlayan Seyfettin Işık, şu günlerde profesyonel bir konuşmacı ve PEKSEM (Pozitif Engelsizler Kültür Sanat ve Eğitim Merkezi) ‘in kurucusu. Çoğumuz için sıradan olan yemek yemek, konuşmak, yürümek, okula gitmek, işe girmek , çalışmak gibi çok sayıda eylem için hep savaşmak zorunda kalmış ve başarmış. Üstelik başarıları bununla da sınırlı kalmamış. Hikayenin detaylarını kitapta bulabilirsiniz.

Peki şimdi son soru , sizin hayatınızın sorumluluğu kimde?

a) Yöneticilerimde

b) Ailemde

c) Maddi koşullarda

d) onda,bunda, şunda, mavi boncuk kimdeyse onda

e) SİZDE

Yazar: Psk. Özlem Tokgöz ÖZSOYLAR
Eğitmen ve Eğitim Koordinatörü
Kriter Kurumsal Eğitim Danışmanlık

hayattaki-gercek-nese

İÖ 550 civarlarında, bir kâhin, Hintli bir kralın yeni doğan oğlunun ileride ya büyük bir askeri lider ya da büyük bir dini lider olacağına dair kehanette bulundu. Babası oğlunun tahtını devralmasını istiyordu ve bu yüzden onu güzelliklerin ve hoşgörünün hâkim olduğu bir biçimde yetiştirdi. Acı ve ıstırabın ne olduğunu hiç bilmedi. Çocuk, sadece soylu ailelerin kızları ve oğullarının yaşadığı duvarlarla çevrili bir sarayda büyüdü. Kral, oğlunun herhangi bir spiritüel eğitim almasını yasaklamıştı.

Prens bir gün sarayı terk etti. Dış dünyaya açıldığı yolculuğu sırasında, daha önce hiç karşılaşmadığı manzaralarla karşılaştı: yaşlı bir adam, hasta bir adam ve bir ceset gördü. Prens çok şaşırmıştı ve yanındaki uşağından bunu açıklamasını istedi. Doğmaya yazıklar olsun’ diye cevap verdi uşak. “Çünkü doğmuş olan herkese, yaşlılık, hastalık ve ölüm gelecektir.”

Prens saraya geri döndü fakat artık haz odaklı hayatı ona boş gelmeye başladı. Büyük bir depresyona girdi.

Ne saraydaki arkadaşları ne de ailesi bir teselli veremediler. Kraliyet mirası bile ona anlamsız görünüyordu. İkinci yolculuğunda prens daha da şaşırtıcı bir şeyle karşılaştı: gülümseyen bir adam. Bu adam yaşlılığın, hastalığın ve ölümün karşısında nasıl gülümseyebilir, diye düşündü. Bu adam spiritüelliği deneyimleyen biriydi. Dünyevi hazların ötesinde bir mutluluk kaynağı keşfetmişti. Kısa süre sonra prens saraydan kaçtı ve ormanın içinde kayboldu. Saçlarını kesti ve pahalı kıyafetlerini yırtık pırtık bir kumaşla değiştirdi. Aradığı cevabı bulmak üzere yola çıktı. Bir adam, nasıl olur da yaşlılığın, hastalığın ve ölümün karşısında gülümseyebilirdi?

Birçok öğretmenle çalıştı fakat hiçbirinin aradığı cevabı bulamadığına kanaat getirdi. Kendi kendine meditasyon yapmaya karar verdi. Bir ağacın altında uzun süre oturdu. Daha sonra mayıs ayında dolunayın ilk gününde ayağa kalktı ve gülümsedi. 0 zaman insanlar ona sormaya başladı. “Sen bir Tanrı mısın?” “Hayır,” diye cevap verdi. “O zaman nesin?” “Uyanığım.” Ve böylece “uyanık olan” olarak anılmaya başladı. Bu Sanskritçe’de “Buddha” demekti.

Prens Siddhartha’nın farkına varma süreci kelimelerle anlatılamaz. Üstelik, takipçilerine ağacın altında “hiçbir şey”e eriştiğini söylemişti. Ancak bu hikâye, birçok bilgelik geleneğinde tekrarlanan bir gerçeğe işaret eder. Kendini gerçekleştirmek, sadece ehemmiyetsiz arzulardan kopmaktan ve anlık tatminlerin ötesine geçerek davranmaktan gelir. Eninde sonunda hayatınızda varacağınız son nokta belirlenmiştir; bu da ölümdür. Farklı bir sonu umut etmektense, yaşamın süreci içerisindeki mutluluğu keşfetmeniz gerekir. Sadece aşkın bir amaca olan ahlaki bağlılığınız varoluşun geçiciliğinin üstesinden gelebilir.

George Bernard Shaw’un Man and Superman’de söylediği gibi:

“Yüce gördüğün bir amacın hizmetinde kullanılmak… Dünya kendini seni mutlu etmeye adamayacağı için şikâyet edip duran, küskünlükler ve yakınmalarla dolu heyecanlı bencil küçük bir budala yerine Doğa’nın bir gücü olmak… İşte hayattaki gerçek neşe bu!”

Uyanık olmak için zihninizi sakinleştirmeye dolayısıyla da meditasyona ihtiyaç duyabilirsiniz. Meditasyon Nedir? Nasıl Yapılır? başlıklı makalemizi okuyabilirsiniz.

Çalışanlara Maaş Artışı Yerine Verilen Unvan; Motivasyon Sağlar mı ?

 Maaş mı Ünvan Mı

İş dünyası yöneticiden, direktörden geçilmiyor. Birkaç yıllık tecrübesi olanlara bile uzman unvanı veriliyor. Bunun birçok nedeni var. En önemlisi zam yapamayan bazı patronların, çalışanları unvanlarla teselli etmesi, unvanın motivasyonu ve bağlılığı artırması.

Hem zaman hem de teknolojinin etkisiyle unvanlarda sürekli bir değişim olduğu muhakkak. Sekreter yönetici asistanına, tezgahtar satış danışmanına, muhasebe müdürü mali işler yöneticisine, personel yöneticisi İK direktörüne, genel müdür CEO’ya dönüşürken, aynı zamanda şirketlerde bir sürü yeni unvan da çıktı. Artık neredeyse herkes müdür. Önceden müdür, yönetici olabilmek için yıllarca çalışmak gerekirken şimdi işe yeni başlayanlar bile kartvizitlerine uzman yazdırıyor.

Bunun birkaç nedeni var:
1) Zam yapmıyoruz o zaman terfi ettirelim: Zam yapamayan yönetici, çalışanını terfiyle teselli ediyor. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de unvan kişi için büyük önem taşıdığı, saygınlık unsuru olduğu için çalışanın zam değil de terfi alması çok büyük sorun yaratmıyor.
2) Moral motivasyon sağlıyor: Bu unvanlar motivasyon kazandırıyor, işe dört elle sarılmayı sağlıyor, şirkete bağlılığı artırıyor. Aldıkları unvanın hakkını verebilmek için daha çok çalışıyorlar. Yapılan işin kapsamının genişlemesi sonucunda çalışanlara daha fazla inisiyatif veriliyor. Çalışan da daha fazla sorumluluk aldığı için yaptığı işten tatmin oluyor, işi sahipleniyor ve motivasyonu artıyor.
3) Yeni bir akım: Bir başka neden ise bu unvanların şirketler arasında bir akım, moda haline gelmesi. Birçok kurum ‘onda var bende neden olmasın’ diyerek kendi çalışanlarına bu unvanları dağıtıyor. Bu aynı zamanda ‘piyasada olan bitenden benim de haberim var’ anlamına gelen bir gönderme de oluyor.

 

Globaldeki unvanlar kirlilik yaratıyor
Unvanların cazibesine kapılmamak mümkün değil tabii. Bu biraz da kısır döngüye neden oluyor. Birçok kişi karşısındakini unvanına göre değerlendirdiği için çalışanlar da ilgi çeken, statü gösteren unvan peşinde koşuyor. İşlerin bu aşamaya gelmesinde yabancı şirketlerin de payı büyük. Uluslararası şirketler, globalde uygulanan unvanları Türkiye’de de uyguladıkça yeni unvanlar görmeye başladık. Böyle böyle bol keseden dağıtılan unvanlar yüzünden bir unvan kirliliği de oluyor. Bunun birkaç dezavantajı da var. İlki kurumun müşterilerinin kartta yazan unvanı anlamaması. Bazı şirketler (özellikle teknolojiyle ilgili olanlar) işi marjinalliğe vurup duyulduğunda hiçbir anlam ifade etmeyen unvanlar da kullanabiliyor. Sadece unvanı almak yetmiyor. İçinin de doldurulması lazım. Birkaç senede direktör, sorumlu, yönetici gibi unvanları alanlar yeterli tecrübeye sahip olamadıkları için iş yapış sürecinde zorluk yaşayabiliyorlar. Bu durum müşterinin şirkete olan güvenini sarsıyor. Bu da bir başka neden.
             Kaynak: Derleme
 
 Kurumlarda unvanlar belirlenmeden önce iş analizi yapılması gerekir. İş analizi, organizasyonun faaliyetlerinin sürdürülmesi için hangi görevlerin, nasıl, ne zaman, hangi sırada yapılması gerektiği sorularına detaylı yanıt almamazı sağlar. İşin en doğru şekilde, en hızlı yoldan ve en uygun kişi tarafından yapılmasını amaçlar. Yani verimliliği hedefler. Bu süreç aynı zamanda sözkonusu görevleri yapacak kişilerde olması gereken bilgi ve becerileri yani yetkinlikleri de ortaya çıkartmakta yardımcıdır.Tüm bu çalışmalar sonucunda ortaya çıkan görev tanımlarına uygun olarak “pozisyon unvanları” belirlenir.
Unvanların iş analizi ve tanımlamasıyla belirlendiğini düşünürsek, aynı iş pozisyonu için kullanılan unvanların farklı kurumlarda aynı karşılığı bulmasını bekleriz. Belirli standartlar içinde kalınması gerekmekle birlikte kurumların uygulamalarında bir nebze farklılık olması normal kabul edilebilir. Çünkü kurumların organizasyon yapıları ve içinde bulundukları sektör bu farklılaşmayı gerekli kılabilir.İş ve unvanların doğru tanımlanmadığı kurumlarda standartlardan oldukça uzaklaşıldığını ve gerek kurum içi gerekse kurumlar arası unvan karmaşası yaratıldığı görülmektedir. Unvanların doğru belirlenmesi, her çalışanı yakından ilgilendiren özlük hakları ile de yakından ilişkilidir. Çünkü unvan, maddi olmayan bir özlük hakkıdır ve kişinin kariyerinde büyük rolü vardır. Unvana dayalı belirlenen maddi haklar yine son derece önemlidir. Aynı kurum içinde geçerli nedenlere dayanmaksızın sadece unvan ile çalışanlar arasında fark yaratmak adalet duygusunun yitirilmesine ve dengelerin sarsılmasına neden olacaktır.

İş analizine göre yapılmayan ve kişinin özlük haklarında maddi bir iyileşmeye uğramadan verilen unvanlar, çalışanları motive amacı taşısa da; asıl amaç ücret politikalarını belirleyen eli sıkı kimi yöneticilerin, patronların düşük ücret yüksek verim stratejilerin ön plandan olmasından ileri geliyor.

Bu strateji kimi büyük ölçekli firmalarda da küçük ve orta ölçekli firmalarda da diğer dünya ülkelerin de de uygulanmaktadır. Küçük ve orta ölçekli firmalar da bütçe sıkıntılarından ileri gelen bu tutum; büyük şirketler de ise vaat edilen kariyer avantajı ve istikrarlı ücret ödemelerine dayandırılıyor.

Pozisyonlara göre ücret politikaları belirlenirken arz-talep dengesinin gözetildiğini görüyoruz. Aynı pozisyona yüzlerce-binlerce başvurunun olduğu durumlarda maalesef kişinin yetkinlikleri yüksek olsa da gerek çalışma zorunluluğunu gerekse de aynı işe başvuran sayısının çokluğu ücretlerde aşağı yönde düşüş yaşanmasını sağlıyor.


Sosyal Statü 

Maaş yerine unvan verilmesine razı olmanın kişilerin sosyal statüye bakış açılarını da ortaya koyması açısından da önemli buluyorum. Özelikle bizim gibi toplumlar da sosyal statü belirleyicisi olan ünvanlar iş yaşamının dışında özel hayatımız da, çarşıda, pazarda, devlet dairesinde vs. gibi yerler de sıkça kullanılıyor oluşu ünvanların dayanılmaz cazibesini ortaya koyuyor.


Dış Kaynak Kullanımı

Dış kaynak kullanımın yaygınlaşması, şirket çalışanlarının niteliğinde de niceliğinde de değişiklik yapması bakımından konuyu irdelerken atlanmaması gereken önemli hususlardan biri olarak görüyorum. Dış kaynak kullanımı artıkça şirket yönetimleri yatay yönetim ve küçük kolay yönetilebilir yapılar haline geldi/gelmeye çalışıyor. Dolayısıyla operasyonel rolü fazla olan yöneticilerin yerini az sayıda lider almaktadır. Koordinasyon, değerlendirme ve raporlama konularında etkin pozisyonların önemi arttarken insiyatif yükü alt pozisyonlarda ciddi oranda azalmıştır. İnsiyatif kullanma yükü azaldıkça ücretler düşme eğilimi göstermektedir.
Konuyla ilintili olarak; Delegesyonun Çalışan Performansına Etkileri başlıklı makale ve Temel Yönetimi Becerileri Eğitimi incelenebilir.